7 Ocak 2018 Pazar

Düşük Yapmanın Anlamı

İlk çocuğum daha 3 yaşında değildi. Hala tuvalet eğitimi verememiştim çünkü her denediğimde hazır olmadığını anlıyordum. Kentsel dönüşümde olan Kadıköy’deki evimize taşınmamıza yaklaşık 6 ay vardı. Bu sebeple oğlum okula başlamamıştı.
                                  Bir gün, ona bir kardeş geleceği haberini aldık. Hiç hazır olmadığımız bu haber bizi çok şaşırtmıştı.. Yavaş yavaş 2. çocuk fikri oluşuyordu fakat kafamızdaki bazı şeyleri hayata geçirdikten sonra düşünecektik. Bu sebeple sevinmekle, şaşkınlık bir arada olmuştu.. Derken hamilelik sürecim çok zorlaşmaya başladı.. Mide bulantılarım yüzünden oğlumun altını değiştirmek tam bir işkence idi. Her saniye top gibi hareketli oyunlar oynamaya alışıktık fakat ben sadece uyumak istiyordum. Bu sefer oğlumu da uyutmak zorunda kalıyordum ve o da istemediği için ikimiz tarafından da zor zamanlar olmuştu. Bir yandan karnım büyümeden taşınmamız gerekiyordu ve tabi oğlanı bebek doğmadan okula başlatmalıydık. Bebek geldikten sonra okula başlarsa ‘bebek geldi, beni istemiyorlar ve okula gönderiyorlar’ düşüncesi gelişebilir ve hayatı boyunca psikolojik bir sorun olarak kalabilirdi. Bu düşünceler beni yiyip bitiriyor ve nasıl olacağı konusunda türlü endişeler yaşıyordum. Bunların yüzde doksanı kendi kafamda olup bitiyor oğluma ve eşime yansıtmamaya çalışıyordum. Bir yandan da yeni bir bebek düşüncesi beni heyecanlandırıyordu.
Oğlumda olduğu gibi bu bebekte de hamile olduğumu öğrendiğim an tüm aile eş dost kim varsa haber vermiştik çünkü yapım gereği dilimde bakla ıslanmazdı. Daha 3 aylık olmadan oğlum bile ‘anne kardeşim ne zaman doğacak? Hadi doğsun artık’ diye sabırsızlanıyordu. Ben ise kah heyecanlanıyor kah türlü endişelerle nasıl olabileceğini kestiremiyordum..
7. haftada bir doktor kontrolüne gittiğimizde kalp atışını görmüştük. Daha sonra da grip olmam sebebiyle kalp atışını duymamız epey gecikmişti.. Ama hiç duyamayacağımız aklımıza gelmemişti..
 12. haftada kalp sesini duymak için doktora gidecektik. Bu süreçte mide bulantılarım fazlasıyla normale dönmüş, endişelerim biraz azalmış, bebeği merak etmeye başlamıştım.
O gün sanırım ilk defa heyecanlanmıştım. Doktorun yanına gittiğimizde ilk defa ultrason odasına girmek için sabırsızlanıyordum. Masaya uzandım ve görüntüsü geldi. Artık bir kara delik değil bebekti. Benim bebeğimdi. Birden bir sıcaklık gelmişti. Onu görüyordum. Ama bir terslik vardı. Hiç hareket etmiyordu. Doktorun yüzünde endişeli bir ifade vardı. Sonra en büyük sorunu farkettim. Ultrasondan gelen ses sadece benim kalp sesiydi. Bebeğin kalp sesi yoktu! Umutsuzca doktorun gözlerine baktım. Ama maalesef onun da gözlerinde aynı umutsuzluk vardı. Doktor ‘maalesef kalp sesi yok’ derken sesi titremişti. Ben anlamsızca bir doktora bir eşime bakıyordum. Anlayamıyor, anlamak istemiyordum. Daha sonra doktor bize açıklamalar yaptı. Bunun bir kromozom bozukluğu olduğunu benim yaptığım hiçbirşeyle alakası olmadığını anlatıyordu. Ama söylediği hiçbirşeyi duymuyor, onu ilk zamanlar istemediğim için kendimi saatlerce tokatlamak istiyordum. O da yaşamak istememişti işte. Başka bir açıklaması yoktu.
Doktor anlatıyor ve benim gözlerimden sessizce yaşlar dökülüyordu. Biran önce oradan çıkmak, olabildiğince bağırmak, çağırmak, çığlık atarak ağlamak istiyordum.
Ogün günlerden perşembeydi. Cumartesi kürtaj tarihi alarak doktordan çıktık. Fiziksel olarak bana hiçbir belirtisi yoktu. Ama artık biliyordum; karnımda ölmüş bebeğim vardı. Çok küçüktü ve gelmek istememişti.
Hastaneden çıkıp eve giderken oğluma nasıl söyleyeceğimizi düşünüyordum. Ama tek düşüncem bu değildi. Neden ölmüştü? Çok mu top oynamıştım? Bir kere sosis yemiştim? 1 sigara içmiştim. ‘Neden şimdi geliyor’ diye isyan etmiştim…. Sebepler arıyor ve her seferinde kendimi suçluyordum… Kafamdaki düşünceler susmuyordu.. Ne yapacağımı bilmiyordum. Biran önce gece olmasını ve yalnız kalabilmeyi istiyordum..
Bu arada aile büyüklerine ve en yakın arkadaşlara haber verilmişti. Herkes aynı şeyi söylüyordu ‘üzülme’
O gece sonunda herkes uyumuş ve yalnız kalabilmiştim. İstediğim kadar ağlayabilirdim.
İnanılmaz bir acıydı. Düşük yapmış kişileri duyduğumda böyle birşey olabileceğini hiç düşünmemiştim. Bu evlat kaybetmekti. Çocuğunu kaybetmekti. Evet. Bu oydu. Maalesef…
      Olamaz olamaz olamazdı! Bebeğimi veremezdim. O benimdi.. Ama ölmüştü zaten..
Hıçkırıklarım boğazıma diziliyordu.. Yapacak hiçbir şeyim yoktu.. Karnımda artık ölmüş bebeğim vardı.. Ölmüştü…      Sabaha kadar bu düşüncelerle kafamı yastığa bastırıp ağladım, ağladım, ağladım.. Güneş doğduğunda bir gün daha bekleyemeyeceğimi anladım. Hemen kürtaj olmalıydım.
      Sabah hastaneye gittiğimizde hemen  bitmesini istedim. Farklı doktorlar tekrar muayene edecekti. İçimde hala bir umut vardı. Belki doktorum yanlış bir şey yapmıştır. Belki bebeğim yaşıyordur diye boşa umutlanıyordum. Tabi ki öyle birşey yoktu.
      Bana ilaç verip doğumu başlatmaya çalışıyorlardı. Ama bir türlü başlamıyordu. Ben uykusuzluktan ve ağlamaktan harap olmuş halde etrafıma bakınıyor, hemşireler ne derse sessizce yapıyordum. 4 saat sonunda hala bir hareket yoktu ve bebeğim beni bırakmak istemiyor diye harap oluyordum..
      2. ilaçtan sonra sonunda doğum başladı ve beni kürtaj için ameliyathaneye aldılar. Artık uyumak istiyordum ve uyandığımda herşey bitmeliydi. Ameliyathanede ‘lütfen bayıltın beni’ diye yalvarıyordum.
      Ogün oğlumun doğumgünüydü. Uyandığımda tek aklımda olan buydu. ‘oğlumun doğum günü, kardeşini soracak’ diye uyandım.
      Herşey bitmişti. Herkes için bitmişti. Artık hamile değildim..
      Ertesi gün herşey normale dönmüştü. Hayat akışında gidiyordu. Karşılaştığım herkes ‘cinsiyeti belli oldu mu?’ diye soruyordu. ‘maalesef kaybettim bebeğimi’ diyordum. Sonrasında hep aynı cevap: Amaaan üzülme. Bilmem kim de düşük yaptı. Bilmem ne kadar zaman sonra yine hamile kaldı !!      Herkesten aynı cevabı alıyordum. Sonradan anladım ki bu sadece annenin sessizce yaşadığı bir acı. Kimse karnında ölen bebeğinin acısını paylaşamıyordu. Çok nadir görüyordum bundan bahseden anneleri. Hemen arkadan gelen cevaplar da aynıydı: Üzülme..
      Bir süre sonra benim de verdiğim cevap aynı olmaya başladı: Doğmaması daha iyi oldu..
Aslında buna inanıyorum.. Hayırlısı böyleymiş.
Allah’a şükür..
      Acaba kız mı erkek miydi? Terazi burcu olacaktı.. Kime benzeyecekti.. Gazı olacak mıydı? Çok uykusuz kalacak mıydım?.......      Ona dair hiçbirşey yok..
      Sadece içimde yaşadığım buruk acı..
  


x

11 Şubat 2016 Perşembe

Hayaller Yemek Hazırlanırken Jazz Gerçekler Tarhana Yaparken Kestirmek Birazz

Ucundan biraz entelektüaliteli tatmış her kadının kafasında kendisiyle ilgili bir anne olma modeli vardır.. Ben de tabi ki kendime göre entellektüel bilgilerimle ve bilimsel yöntemlerle çocuğumu büyütme hayalleri içindeydim...

Amaaa işin aslı hiç de öyle değil.Biraz anlatmaya çalışayım..

Her anne bebek olur olmaz dışarı çıkabileceğini sanır ya.... Ya da çıkamazsa "ah ben ne yapacağım 40 gün evde" diye hayıflanır... Ah sevgili anne zaten 1 kere çıktığında inan bir daha çıkmak istemeyeceksin.. Çıksan ne olacak ki? kahveni, çayını yudumlayıp yemeğini mi yiyebileceksin sanki? Ancak sana olmayan kıyafetlerin yüzünden alışveriş yapmak zorunda kalabilirsin ve o alışverişin de yarısı bebeği emzirerek diğer yarısı altını değiştirip, üstünü giydirmeyeçalışmakla geçecek.. çünkü bebek ilk 6 ay sürekli emer, kusar ve sıçar... Tabi bebeğin ağırlığı çok olamasa da yanında taşıdıkların onun 3 katı diyebilirim... bavul gibi bir çanta ve bir sürü ıvır zıvırla bir süre sonra zaten çıkak istemeyeceksin...

6 aydan sonra ise ek gıdaya geçecek... 6 ay boyunca "ah bi ek gıdaya geçsek" dediğine bin pişman olacaksın... o zaman evde ki görevlerinin baş sıralarında yoğurt yapmak, organik meyve sebze sipariş vermek, bebek yemek sitelerini hatmetmek ve memleketteki tarhanaların peşini kovalamak olacak...

1 yaşından sonra ise elde avuçta tutamadığın çocukla zaten ne sen oturabileceksin ne de sıcak bir kahve içebileceksin...

Evet gelelim "ama bak yabancılar dünyayı dolaşıyor" diyenlere...

Benim de en büyük hayalim çocuğu sırtıma takıp dünyayı dolaşmaktı tabi .. Ama şu bir gerçek ki bunu yapabilmek için herşeyden önce yemek konusunda çok "organikçi" olmamak gerekiyor.. Bebek beslenmesinin ne kadar önemli olduğunu bilen bir türk annesi olarak ben bunu bebeğime yapmayı göze alamadım... Yani Türkiye de bile mümkün olduğu kadar evde yemek yapıp temiz ve organik gıdaları tercih ediyorken yurt dışında herşeyden önce sen ve bebeğin hijyenden uzak yiyeceksiniz. Bunu kabullenmek gerekiyor.. He ben tarhanamı götürür her yerde de pişiririm diyorsan, kocaaamaaan olan sırt çantanın yanında bir de çekçekli bavul taşımanı tavsiye ederim.. E tabi çocuğun bebek arabasından ya da kangurudan hiç inmek istemeyecek olduğunu hayal edersek harika bir tatil yaşayabilirsin.. 

Yok ben tatil matil istemem evde huzurlu mutlu Jazz dineyip fındık ezmesi yatağında tavuk pişireyim diyorsan biraz daha gerçekçi bir annesin ama bunn için de bebeğin 1,5 yaşından büyük olması ve öğle uykularını 3 saate çıkarmasını beklemelisin.. Lakin ben de çocuktan önce bir yandan deneysel yemekler yapıp bir yandan kadehimdeki içeceğimi yudumlarken "ah ne kadar da mesudum" diye iç geçiriyordum.. Şimdi ise "tarhana gibi harika anadolu çorbalarına kurban olayım!!"diyor ve 2 dakka da onu karıştırayım da şuracıkta biraz kestireyim diyorum.. Kestirebiliyorsam eğer, ne kadar mesudum bilemezsiniz... 






31 Aralık 2015 Perşembe

Keyifliyim ama söylemeye utanıyorum...

31 Aralık sabahına ne güzel uyanmıştım.. 

Kış en sevdiğim mevsimdir. Kışlık kıyafetlere bayılırım. Atkı, şapka, montlar, botlar... Hele bir de kar yağıyorsa deymeyin keyfime... Bütün gün karlarda yuvarlabilirim... Hele soğuk havayı ciğerlerime çekmek inanılmaz bir haz... Dışarı çıkamıyorsam da evden bembeyaz manzarayı izlemek harika! 
Ama bütün bu keyif anlarımı saklamak zorundayım...  bütün bunlardan çünkü utanıyorum.. Söyleyemiyorum... Söylediğim takdirde hemen arkasından boğazım düğümleniyor... Çünkü kimin söylediğini bilmediğim bir söz hemen aklımda beliriyor "üşüyen insanlar için kar hiç de romantik değil" 

Bu sabah da çok güzel bir sabaha uyandım... Kar yağışını izlerken bir yandan kahvaltımı yapıyor bir yandan da Norah Jones dinliyordum... Televizyonu ve telefonu açmaktan korkuyordum... Sadece 1 saat kendime izin verdikten sonra sosyal medyaya göz atmaya başladım... Tam da tahmin ettiğim gibiydi herşey... Kimisi karla ilgili harika şeyler paylaşırken kimileri "of hiç mi kar görmediniz?, üşüyen insanlar ne yapacak?" gibi şeyler paylaşıyorlardı... Tabi ki bu kadar değil... Yılbaşı çatışması var birde... 

Hem aşırı muhafazakar hem de aşırı din karşıtı kişileri bir arada bulunduran bir ailenin üyesi olduğum için iki taraftan da çok fazla tanıdığım var. Bu sene fark her sene olduğundan daha fazla ortadaydı... Bir kısım yılbaşı kutlamalarının sonuçlarının korkunç olduğunu hadislerle vurgulamaya çalışırken diğer kısım "içki de içicem, çam ağacı da süsliycem..." gibi söylemlerle ortalığı kızıştırıyordu... Bütün profilleri kafamda canlandırıyorum... Hepsi sevdiğim, aynı dili konuşan, iyi niyetli olan, aynı memlekette hatta şehirde yaşayan insanlar...

Nasıl bu hale geldik?

Keşke bu sorunun bir yanıtı olsa? Sanırım bir yanıtı varsa da bizi aşıyor....

Ben sıradan biriyim... Şimdi düşünüyorum 2016da sihirli bir değnek mi değecek? Yoksa o sihir bizim kalplerimizde ki vicdan mı?
2015 ya da 2016 çok da umrumda değil... Umrumda olması için bana şu sorunun cevabını vermeniz gerekir " ülkemin doğusunda savaş varken neden batıda yokmuş gibi yaşıyoruz?


9 Aralık 2015 Çarşamba

Aşk Çemberi Sarmış Dört Bir Yanımı!

Çocuğum olmadan önce , anne profillerindeki aşırı aşk söylemlerini komik bulduğumu itiraf etmeliyim. "Gerçek Aşk", "Aşkların En Güzeli", "Aşk Kokulum","Huzur" vs vs..

O zamanlar anne olmadığım için sadece bakıp "yine bir anne kendinden geçmiş, birileri bu kadınlara gerçek aşkın kocalarına olan aşk olduğunu anlatmalı" diye düşünüyordum.. Sonunda ben de anne oldum.. Çocuk sahibi olmak yeniden aşık olmak gibi diyebilirim.. Ama gerçek aşk hangisi acaba diye bir sormak gerek.. Size kısaca açıklayayım;

Sosyal medya sayesinde kime nasıl üstünlük taslayacağını ve gösteriş yapacağını bilemeyen kadın çocuğu olduktan sonra eve kapanmış, saçı başı dağıtmış, kiloları almış ve sosyal hayatından uzaklaşmıştır.. Ama biliyorsunuz ki trend bu değil. Trende uymak için ise eldeki tek malzeme "çocuk"..  E şimdi "ulan evde oturmuş çocuk bakıyorum" yazacak değil ya.. Bu durumda eldeki malzeme olan çocuk allanıp pullanarak "aşkın 50 hali" şeklinde sosyal medyadan paylaşılır..

Sosyal medyada genelde uyuyan çocuk fotoğrafı altına "huzur" yazılır.. Çünkü çocuk uyumuş, çok aşık anne de "oh be! Biran hiç uyumayacak sandım! Öldüm bittim çocuğun peşinde bütün gün.." gibi söylemlerle huzura ermiş ve çocuksuz bir kaç saat sürecek olan huzurun tadını çıkarmaktadır..

Yine çocuğun uyuyan fotoğrafı altına "gerçek aşk " yazılır. Bunun sebebi de çocuk uyumuş ve gerçek aşk olan evdeki kocayla başbaşa vakit geçirebilecektir.

Bir diğeri; 1500 denemeden sonra çocuğun anneye sarılmış bir fotoğrafı çekilebilir. E bu kadar uğraş ancak aşkla yapılabilir ve fotoğrafın altına "gerçek aşk" yazılır.. Yoksa siz ağlayan sızlayan bir fotoğrafın altında böyle bir yazı gördünüz mü?

Diğer bir konu da; şefkat ile aşkın karıştırılması.. Minicik bebeğin tek başına hiçbirşey yapamıyor ve sana muhtac olması annenin duygularını ateşlendiriyor. Akşam o uykuya yatınca: "Kıyamam ya bugün tam 6 kere kaka yaptı ve 5 kere tazyikli kustu.. Neyseki rahatladı ve uyudu yavrucak" şeklinde ki düşünceler anneler tarafından aşk olarak karıştırılabiliyor..

Sonuç: Benim için gerçek aşk çocuğumuz olduktan sonra , çocuk için yaptığım fedakarlıkların farkına varan eşimin, işten geldikten sonra ben 1 saat kafa dinleyeyim diye bana sağladığı rahat.. Yani gerçek aşk bu yola beraber çıktığınız kişidir.. Çocuk ise aşkın meyvesi ya da cilvesi :)


15 Kasım 2015 Pazar

Kadıköy Anneleri ile Kışa Merhaba Partisi

        Kasımın ilk haftasında kadıköyannelerinin güzel sahibesi nam-ı değer muhtaranne Aslı'dan harika bir davet geldi. Davet kısmını abarttığımı zannetmeyin çünkü davetiye davetpostası ile hazıranmıştı. Hem harika bir görsel hem de btün davet ayrıntılarını içeren davetiyeler için www.davetpostasi.com adresinden ayrıntılara ulaşabilirsiniz. 

    14 kasımda Bostancı'da girişimci 2 annenin kurduğu Cafe de Party'de gerçekleşecek olan "Kışa Merhaba" partisi için oğlum Demir Arda ile hazırlandık ve gittik. Kapıda bizi hem güleryüzlü hem de sonderece misafirperver olan cafe sahibi Halide Hanım karşıladı. İçeriye girince, en ince ayrıntıya kadar özenle hazırlanmış bembeyaz mekanda biranda huzur bulduk diyebilirim. Ta ki bizler için hazırlanmış olan ev yapımı yiyecekleri görene kadar :). Neler yoktu ki.. poğaça, börek, kek, salatalar , limonata, çay vs vs.. Söz konusu çocuklar olunca, anneler için  en önemli konulardan birisi yemeklerin ev yapımı olması ve burada hem göz doyurucu hem de son derece lezzetli bir sürü yemek bizi bekliyordu.. Tabiki zaman kaybetmeden hepsinden doya doya yedik :) 
Diğer bir önemli konu da tabi ki çocukların oyun alanı. Bu cafe'de 2 kocaman kapalı oyun alanı var. Bir tane odada çocukların hunharca enerji atabileceği, içinde top havuzu da barındıran oyun sistemi bulunuyor. Diğer odada ise legolar, tren rayları, portatif mutfak gibi oyuncaklar bulunuyor. Ama bunlar da yetmezse kocaman yeşil alandan oluşan bir bahçe var ve yine bahçede çocukların oynaması için kaydırak, salıncak, sallanan at gibi oyuncaklar var. Yani hem yaz hem kış rahatlkla gidebileceğiniz çocuk dostu bir cafe. 
            Parti boyunca çocuklar oyun alanlarında eğlenirken biz anneler de bol bol yemek yiyip dedikodu yaptık.Tabi çocukların bağrışmalarından birbirimizi duyabildiğimiz kadarıyla :)) 
           KadıköyAnneleri 'nin kurucusu Aslı daha önce bizden çocuklarımızın ve bizim, onlarla aynı yaşta olduğumuz zamanki fotoğraflarımızı istemişti. Tabi herkes en çok benzeyen fotoğrafını göndermiş. Ama partide en benzemeyen kişi 1. seçildi. :) Fotoğraflara bakıp herkesin bebeklik halini görmek son derece keyifliydi. 
             Daha sonra girişimci annelerin hazırladıkları hediyeler çekilişle annelere verildi. 
             Yeme-içme-dedikodu-çekiliş fasılları bittikten sonra topluca bahçeye geçildi. İnanna Kadın Farkındalık Merkezi kurucularından dans eğitmeni Nur Niyaz Bildik eşliğinde çocuklarla beraber dansettik. Çocuklar mı anneler mi daha çok eğlendi bilmiyorum ama mutlaka denemenizi tavsiye ederim. 
              Yediklerimizi yakıp enerjimizi de attıktan sonra 'Tatlı Ada' tarafından yapılan kış temalı pastamızı üfledik. Tabi TatlıAda'nın yaptığı pastaları daha önceden de tatma şansım olduğu için gün boyunca yemek için sabırsızlanıyordum. Ve gün sonunda da sabırsızlanmakta haklı olduğumu bir kere daha anladım. Gerçek bir sanatçı tarafından hazırlanmış bu pastanın görüntüsü gibi tadı da muhteşemdi. 
               Bizim için hazırlanan hediyeler bitmemişti. Hepimize tek tek Aslı tarafından verilen poşetlerin içinde ; 
* Tadokids ‘ten kış temalı taç.
İlke Müzik Sanat Okulu 'ndan 1 saat Kids Music Class (Koşuyolu şubesinde geçerli )anne-çocuk ritim eğitimi kuponu(4+ yaş çocuklar piyano eğitimi olarak kullanabilirler)* Kadıköy Anneleri'ne uyku danışmanlığında %10 indirim veren Uyusun ki Büyüsün den defter.* Kadıköy Anneleri'ne anne-bebek-çocuk yogası derslerinde %10 indirim veren Nefess Yoga Aguguguyoga 'dan deneme kuponları.* Kadıköy Anneleri'ne oyun gruplarında %25 indirim veren @Atölye Arkada'dan deneme kuponu* Kurabiye Fırını 'ndan kurabiye ve sabun* Kadıköy Anneleri rozet ve Arabada Anne Var hedyiesi vardı. 


   E daha ne olsun? 

Girişimci ve blogger annelere herzaman destek veren KadıköyAnneleri Kurucusu sevgili Aslı'ya ve bu partide emeği geçen bütün girişimci annelere sonsuz teşekkür ederim.. 















1 Ekim 2015 Perşembe

İşte size gerçek bir korku hikayesi: Çocukla tatile gitmek!

İşte size gerçek bir korku hikayesi: Çocukla tatile gitmek!
 Bütün sene çalışmışsınız ya da evde çocuk bakmışsınız. Yaz gelmiş.. güneş görünür görünmez sosyal medyada ayak fotoğraflar,uçak biletleri, tati, huzur haştagleri gözünüze gözünüze giriyor. Tatil tatil diye sayıklıyorsunuz ama çocuğunuz var ve onunla tatile gitmeyi gözünüz yemiyor.. e nasıl olacak şimdi bu iş diyorsanız nacizane bir kaç ipucu vermek isterim. 

Kural 1: Tatil gitme isteğinizi kimseye söylemeyin. Çünkü çocuklu ailelerden alacağınız tepki hep aynı: Biz gittik şekerim. Hiçbirşey anlamadık. Çok kötü bir tatildi. Çocuğun peşinden koştuk durduk vs vs vs Zaten bütün bu olumsuzlukları duyunca tatile gitme hevesiniz yarı yarıya kırılmış oalcak. 

Yok hala illa tatile gideceğim diyorsanız;

Kural 2: Tatil artık eskisi gibi yan gelip yatma yeri değildir. Yok ben bütün sene yoruldum, havuzuma denizime girer, sonra kitabımı okur, günün kalanında da dana gibi yatar dinlenirim diyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yanınızda ki herşeyi keşfetmeye meraklı velet bunlara izin vermeyecektir. Bu sebeple yatıp uyuduğunuz günleri tatlı bir anı olarak tarihe gömün ve sabahın erken saatlerinden itibaren zinde olacağınız harika bir tatil düşleyin.

Kural 3:  Sızlanmayı artık bırakın! Çocuğunuz sadece birkaç sene size bağımlı olacak.. Birkaç sene sonra siz arkasından ağlarsınız da o sizi istemez.. O yüzden bunu bu kadar büyütmeyin. Dünyayı kurtarmayacaksınız. Sadece tatile gidiyorsunuz. Ne kadar zor olabilir ki? Güneş altında saatlerce yatmak istiyor olabilirsiniz ama çocuğunuzla çocuk havuzunda top oynamak ya da birbirinize su sıçratmak kesinlikle çok daha eğlenceli. Sabahlara kadar dansetmek tercihiniz olabilir belki ama akşamları çocuk aktivitesinde saçmalamak ve akşam 23.00de yorgunluktan ölmüş şekilde uykuya dalmak paha biçilemez.. 


Sonuç: Güzel bir tatil geçirmek istiyorsanız bakış açınızı değiştirin ve çocuğunuzla geçireceğiniz kısacık zamanların tadını çıkarmaya bakın.. 



24 Ağustos 2015 Pazartesi

Teknolojisiz çocuk mu yetiştirilir? Evet hem de çok güzel olur!

Daha Demir Arda doğmadan önce hepiniz gibi  bir çok kitap yalayıp yutmuş ve internetten bebeklere zararlı şeyler konusunda türlü yazılar okumuştum.. Bunların başında da televizyon, telefon ve tabletler geliyor.. Aslında bunu bilmek için illa çocuk sahibi olmaya gerek yok.. Hepimiz bu elektronik cihazların biz büyüklere bile ne kadar zararlı olduğunun bilincindeyiz.. Bilincindeyiz de onların kölesi olduğumuzun farkında değiliz..

Demir Arda daha eve geldiği zaman bütün elektronik aletler kapatıldı.. Ne televizyon ne internet.. Hayat durdu sanıyorsanız yanılıyorsunuz.. Tam tersi hayat yeniden başladı diyelibilirim.. Artık ailece konuşacak pek çok şeyimiz vardı.. Saatlerce sohbet edebiliyorduk..Çaylar kahveler içilirken herkes öylece televizyona bakmıyor, birbirinin halini hatrını sorup gülüp eğleniyordu.. Ayrıca daha önce hiçbirşeye vaktim yokken biranda tüm işlerimi yapmaya vaktim kalmaya başladı.. 

Şimdi Demir Arda 1,5 yaşında ve hala televizyon açılmıyor. Eline de henüz telefon almış değil..Tabi bunun  için de sürekli savaş halinde olmam gerekiyor çünkü her çocukla tanışan ilk önce telefonunu çıkarıp "bak sana ne göstereceğim" diyor.. Ben de bu konuda mümkün olduğunca nazik olmaya çalışıp "telefon vermiyoruz" diyorum.. Neredeyse "lütfen telefon vermeyiniz" yazan bir pankart asıp öyle dışarı göndereceğim çocuğu! Keza telefon dışında da çocuk sevilebilir.. Sohbet etmeniz yeterlidir..

Bu aslında anneler arasında byük bir kavga sebebi.. Ne zaman 2 anne bir araya gelse bu konuya mutlaka değinilir ve genelde şu sonuç ortaya çıkar 'ne yapayım ayol ben de insanım!' Sen insansın da o daha küçücük bir bebek.. Taptaze beyinlerini televizyonla uyuşturmak ya da incecik kafataslarından direk beyinlerine radyasyon girmesine izin vermek nasıl bir insanlık anlamış değilim.. 

Diğer bir bahane de 'çocuk çağa ayak uydurmalı' ! Şimdi şöyle bir düşününce bu bizim çocukluğumuzdan 10 kat daha zeki olan nesil 1 yaşında değilde 5 yaşında bilgisayar kullanmayı öğrense çağdan geri mi kalacak? Ya da 5 yaşında öğrenmeye çok geç kalacak ve öğrenemeyecek mi? Tabi ki öğrenecek.. Ama daha bebekken teknoliyle yaşamaya alıştırmışsan öğrenemeyeceği başka şeyler olacak! Neler mi? Annesiyle vakit geçirmeyi öğrenemeyecek.. Kendi kendine oyun oynamayı öğrenemeyecek.. Canı sıkıldığında onu sürekli bu uyarıclarla oyaladığın için hayal gücü gelişemeyecek.. vs.. vs.. 

Diğer bir bahane de "çocuğu oyalayamıyorum" ! İşte en çok güldüğüm bahane budur! Kocaman evde çocuğun oyalanması için birşey bulamıyorsan kusura bakma ama YUH çekmekten başka bişey diyemeyeceğim! Mesela tencere çekmecesini açık bırak.. Çocuk en az 1 saat bütün tencereleri çıkarıp koyacak, kapaklarını açıp kapatacak.. Bitti mi? kaşık çatal çekmecesini aç (bıçaksız tabi) en az 1 saat de bunları tek tek alıp koyacak çıkaracak birşeyler yer gibi yapacak vs vs.. Al sana mutfakta yemek yapman için zaman.. Başka neler neler var evde bilemezsin.. Git yatak odasına çekmeceler, dolaplar ohoooo yaşasın katlı kıyafetleri indirmek.. Yetmedi mi? Kaplara su koy. Doldursun boşaltsın.. O da mı yetmedi? altı temiz 3-5 ayakkabı çıkar.. Giysin çıkarsın.. Giymeyi sevmiyor mu? Dizsin onları, eşlerini bulsun.. 
Bunun sonunda tabi ki evin asla düzenli olamayacak.. Eşyalarını günde yüz kez katlasan yine gelip dağıtacak.. Tenceleri, kaşık çatalları sürekli yıkayacaksın.. Yerler sürekli ıslak olacağı için yerlerde havlular olacak.. 
Tabi tercih sizin.. Temiz ve düzenli bir ev ve televizyon, tabletten uyuşmuş bir çocuk ya da dağınık ve düzensiz bir ev ve mutlu ve haşarı bir çocuk.. Bu sadece sizin tercih meseleniz unutmayın!